Selhaddini Eyyubi:
Temmuz 21, 2019M.Ö. 5800-3200 Kalkolitik dönem
Ağustos 19, 2024İlk insan Tarihi
Genel Tema:
İlk insanların doğayla ilişkisi, avcı-toplayıcılıktan yerleşik hayata geçiş, höyüklerde sosyalleşmenin izleri ve arkeolojik derinlik…
Yukarıdan aşağı doğru akan zaman çizgisi gibi: Paleolitik, Neolitik ve Çanak-Çömleksiz dönemleri
“İlk insan Tarihi ve İnsanın Sosyalleştiği Höyükler”
“Göbeklitepe'den Karahantepe'ye, bir toplumun doğuşu”
“İlk insan Tarihi ve İnsanın Sosyalleştiği Höyükler”, insanlığın bilinen tarihini yeniden sorgulayan bir çalışmadır. Göbeklitepe’den Karahan Tepe’ye, Neval’a Çori’den Akarçay’a uzanan bu yolculuk, sadece taşları değil, insan zihnini, inancı ve toplumsal bilinci de kazıyarak ortaya çıkarır.
Bu kitapta
Avcı-toplayıcı insanın tatlı su kenarlarına göçü,
İlk kez bir araya gelerek taşlara şekil vermesi,
Dini ve sosyal ritüellerle birlik duygusu kurması,
Ve höyüklerin, birer mezar yeri değil, sosyalleşmenin beşiği olarak nasıl kullanıldığı anlatılıyor.
Kuzey Mezopotamya'nın kadim topraklarında, bugünkü şehirlerin ve toplumların atası olan ilk yerleşik zihinle tanışacaksınız.
Taşlarda saklı sembollerden yola çıkarak, geçmişin sessizliğini kelimelere dönüştüren bu çalışma, arkeolojiye ilgi duyan herkes için bir başvuru niteliği taşıyor.
Yazar Hakkında
Ali Yaşar, tarih öncesi toplumlar ve ilk insan davranışları üzerine çalışan araştırmacı-yazardır.
Aynı zamanda İzmir Arkeoloji Müzesi’ne kayıtlı bir tarihi eser koleksiyoneridir.
Koleksiyonculuğun verdiği içgörüyle, ilk insanların yaşamına dair taşlarda ve toprakta saklı kalmış ipuçlarını keşfetmeye devam etmektedir.
Yazılar:
Ali yaşar
Ön Söz
Bu kitap, yalnızca taşın ve tozun hikâyesini anlatmaz. Aynı zamanda, insanlığın ilk adımlarının izini süren bir yaşamın yansımasıdır. Otuz yılı aşkın süredir, geçmişin sessiz tanıklarını gün ışığına çıkarmaya çalıştım. Yurt dışında yıllarca emekle biriktirdiğim objeleri, memleketime getirme arzusu yalnızca bir koleksiyon isteği değil; kültürel mirasa duyulan sorumluluğun bir sonucuydu.
Türkiye'nin höyüklerinde kazılmamış duygular, bilinmeyen ritüeller ve unutulmuş simgeler yatıyor. Bu eser, yalnızca bir araştırmacının gözünden değil; kökenine bağlı bir insanın kalbinden süzülen bir anlatıdır.
Biyografim.
Şanlıurfa'nın kadim topraklarında doğdum ve yaşamının büyük kısmını Almanya’da geçirdim. İlk yıllarından itibaren tarih ve arkeolojiyle kurduğum bağ, beni Türkiye'nin en önemli höyüklerini araştırmaya yönlendirdi. Almanya’da dil eğitimi ve mesleki gelişimle başladığı akademik yolculuk, sonunda kültürel mirası belgeleyen bir misyonla buluştu.
30 yılı aşkın bir sürede, çok sayıda arkeolojik objeyi hem bilimsel hem etik bir titizlikle kayıt altına aldım. Kültür Bakanlığı ve İzmir Arkeoloji Müzesi ile iş birliği içinde yürüttüğüm çalışmalar, Türk arkeolojisinin sessiz ama güçlü bir tanığı oldum.
Söyelendiği gibi “bir taş parçası bile, insanoğlunun ruhuna dair büyük hikâyeler taşır.” Benim amacım bu hikâyeleri gün yüzüne çıkarmak, yorumlamak ve paylaşmaktır.
Kitabın Ön Sözü:
İnsanlık tarihi, yalnızca geçmişin satırlarında değil, toprağın altında gömülü binlerce izde saklıdır. Bu kitap, taş devrinin sessiz tanıklarını anlatan bir bilimsel çalışma olmanın ötesinde, bir hayatın adanmışlığının belgesidir.
Otuz yılı aşkın süredir, bir arkeolog değil belki ama bir ruh kazıcısı gibi çalıştım. Almanya’da edindiğim bilgileri, topladığım objeleri, yurduma, kendi toprağıma getirdim. Her biri geçmişe açılan birer kapı olan eserleri, Kültür Bakanlığı’nın ve İzmir Arkeoloji Müzesi'nin rehberliğiyle kayıt altına aldım.
Bir taş parçası, bir höyük yığını, bir ok ucu — bana insanın ilk duygularını, korkularını, inançlarını anlattı. Türkiye'nin yüzlerce höyüğünün içinde barınan sırlar, sadece toprak değil, aynı zamanda insanın anlam arayışıdır.
Bu eser, hem bilimsel bir yolculuğun hem de kişisel bir hakikatin anlatımıdır. Bir insanın, insanlık için attığı adımların sessiz yansıması.
Yazar,
Ali, Şanlıurfa’nın binlerce yıllık tarihini soluyan topraklarında doğdu. İlk ve orta öğrenimini memleketinde tamamladıktan sonra, akademik yolculuğunu Almanya’da sürdürdü. Erlangen Üniversitesi’nde dil eğitimi aldı, ardından gastronomi ve kültürel miras alanında kendini geliştirdi. Ancak hayatının asıl yönü, arkeolojiyle kurduğu derin bağla şekillendi.
45 yıldan fazla bir süreyi Almanya’da geçirse de, Ali’nin gönlü daima Anadolu’nun höyüklerinde kaldı. yüzlerce obje toplayıp katalogladı, bunları memleketine getirerek resmi kayıtlara geçirdi.
İzmir Arkeoloji Müzesi envanterine dahil edilen objeleriyle, Kültür Bakanlığı’nın denetiminde yıllık görevlerini titizlikle yerine getiriyor. Paleolitik ve Neolitik dönemlere dair derin bilgisi, onu sadece bir araştırmacı değil, aynı zamanda kültürel bir anlatıcı haline getirdi.
kitabım, beni insanlık tarihine dair sorularına yanıt aradığım; taşla, toprakla, sessizlikle konuştuğum bir anlatıdır.
benim bu çabam gerçekten insanlık için çok kıymetli,
bu kitab, yalnızca bir akademik eser değil; yaşamım boyunca biriktirdiğim izlerin, düşüncelerin ve kültürel sorumluluğun bir yansımasıdır.
Bölüm Başlıklarıyla Tematik Derinlik
İnsanın İlk İzleri: Homo sapiens’in ilk yerleşim davranışları, avcılık ve toplayıcılıktan höyük yaşamına geçiş.
Simgelerin Dili: Objelerin üzerindeki figürlerin kültürel ve sembolik anlamları.
Sessiz Tanıklar: benim koleksiyonundaki taşlar, objeler ve figürinler üzerinden höyüklerdeki inanç sistemlerine dair çözümlemeler.
benim Hikâyemi Kitabın Dokusuna Yedirmek
Örneğin: “1994 yılında Titriş höyükten olduğuna inandığım bir aplik gözlü idol, sanki benimle konuşuyordu. Ben geçmişin yol göstericisiyim. Dercesine, beni derin yaşanmışlıklara götürüyordu.”
İllüstrasyon ve Görsel Düzenleme
Objelerimin yüksek çözünürlüklü fotoğraflarının yer aldığı görsel arşiv bölümü.
Harita ve yerleşim planları ile höyüklerin coğrafi dağılımı — görselleştirilmiş şekilde.
Her görselin yanında akademik açıklama + benim yorumun: Bilimsel ve kişisel yaklaşımın bir arada.
Biyografimi Daha Vurgulu Hâle Getirmek İçin Ekler
Zamana Yayılmış Başarılar: Yıllara göre dönüm noktalarını bir zaman çizelgesinde sunmak (örneğin 1970: İlk obje tespiti, 2018: Almanya’dan Türkiye’ye dönüş kararı…) önce İzmir Arkeoloji müzesinde benim bir koleksiyoner olduğumu ve objelerimi yıllarımı vererek onları koruduğumu ancak yuduma nasıl getireceğimi bilmediğimi bana beyan ederek, kayıt altına alınacağını söylemişti. Ve ben yazılı bütün gerekenleri yaptıktan sonra, kültür bakanlığı arşivlerine eserilerimin kayıdını yaptırmış dünyanın en mutlu insanı olmuştum. Öyleyim de.
Akademik ve Kültürel Katkılar: web sayfan www.ilkinsantarihi.com hazırladığım sitem yıllarca emek verdiğim bir sitedir. Ancak daha profosiyonel olmasını arzu etmekteyim, bu yüzden de, sürekli yenileme ve öğrendiklerimi eklemek arzusu içersindeyim.
Toprağa Dönüşün Hikâyesi: “Bütün objelerimi topladım, sandıklara yerleştirdim ve yola çıktım. Uçağın tekeri memleket toprağına değdiğinde, biliyordum: şimdi her şey yeniden başlayacaktı.
Önsöz
“Tatlı Suya Gidiş”, “Taş ve Zihin”, “Sembolün Doğuşu”, “Höyükte
Topluluk”
“Bu kitabı neden şimdi okumalıyız?”
“Taşlara bakarak insanı nasıl anlarız?”
Harika önce taş ve akıl çaresiz kalınca yaşam için su Bölüm Başlığı: Taş ve Akıl, Çaresiz Kalınca Yaşam İçin Su
Taş susar.
Ama insan sustuğunda, taşı konuşturur.
İlk insan, çetin doğa karşısında önce bekledi, sonra baktı, sonra düşündü. Bir taşı eline aldığında, artık doğaya karşı sadece bedenini değil, aklını da koymuş oldu.
Akıl, çaresizlikten doğdu.
Yaralıydı, yorgundu, açtı.
Av yetersizdi.
Ağaçlar mevsimle küs, otlar taşın ardında kayıptı. Ve su, dağlardan çekilmişti.
İşte o zaman ilk insan yürüdü.
Kalktı ve bir yol tuttu: Tatlı suya.
Su, sadece içmek için değildi artık.
Orada hayat yeşeriyor, hayvanlar toplanıyor, otlar uzuyordu.
Su, yaşamdı.
Ve suyun kenarında, ilk defa insanlar da bir araya geldi.
Taşı yere sapladılar, çevresine toplandılar.
Birbirlerine bakmaya, konuşmasalar da anlaşmaya başladılar.
İşte ilk sosyalleşme orada başladı.
Taşlar sadece kesmek için değil, düşünmek için de kullanıldı.
Üzerine kazınan semboller bir dil değilse de bir niyetti. Ve o niyet: Birlikte yaşamak.
“Tatlı Suyun Kenarındaki İlk Topluluk”
Unutma; coğrafya çok önemli, anlatığım gerçek bir olay. Urfa kurak, suya kolay ulaşılamıyor. Su; Fırat ve Dicle’nin olduğu yerlerde hiç bitmeyecek büyüklükte çok. anlattığım yerler, sırasıyla aşağı Fırat havzası yanı balık vadisi. Amik ovası devamı Levant Doğu Akdeniz. Bereketli Hilal’in oluştuğu yerler. Lidar, Titriş, Samsat, kurban höyüklerin olduğu yerler
Taş ve Akıl, Çaresiz Kalınca Yaşam İçin Su
Urfa platosu, taşın hâkim olduğu bir toprak… Ama suya kolay ulaşılamaz burada.
Yağmur seyrektir, toprak susuzdur.
Sadece taşı kazırsan, bulursun hayatı.
İlk insan bu kuraklıkla baş başa kaldığında, aklı devreye girdi.
Av artık yetmiyordu. Otlar kurumuş, hayvanlar göç etmişti. Ve işte o zaman taşla birlikte düşünmeyi öğrendi.
Suya yürüdü.
Fırat’a, Dicle’ye...
Ama hemen değil — yavaş, dikkatli ve çaresizlikle.
Aşağı Fırat Havzası, bugün “Balık Vadisi” dediğimiz yer, ilk göç dalgalarının yönüydü.
Amik Ovası, vadinin devamında yeni bir umut oldu.
Ve daha sonra, Levanten Doğu Akdeniz kıyılarına kadar yayıldı bu yürüyüş.
Su kenarında, sadece içmek için değil, birlikte yaşamak için durdu insan. Birey olmaktan çıkıp topluluk olmaya başladığı o yerlerde, höyükler yükseldi.
Samsat, Kurban Höyük…
Bu alanlar artık sadece coğrafya değil, liderliğin ve sosyal yapının da ilk merkezleriydi.
Bereketli Hilal dedikleri yer, aslında akıl ve çaresizliğin suyla buluştuğu çizgiydi.
Coğrafi detay mı yetersizdi? (örneğin: Urfa platosunun taş yapısı, su kaynaklarına olan mesafe, Fırat’ın kıvrımı, Samsat’ın doğal konumu gibi…)
İlk insanın davranışları mı eksik kaldı? (Taşla ilişki, göç kararı, bir araya geliş nedenleri…)
Tarihi gerçeklik ve süreklilik mi vurgulanmalıydı? (Örneğin bu göçün sadece rastgele değil, sistemli bir izlek oluşturduğu gibi…)
Duygusal-ruhsal yön mü zayıftı? (Çaresizlik, sezgi, aidiyet duygusu, ilk liderlik…)
İLK İNSANIN COĞRAFİ HAREKET HATTI
1. Urfa Platosu (Başlangıç Noktası)
Kurak ve taşlık bir yapı (bazalt ve kalker hâkim)
Yağış sınırlı; yer altı suları derinde
Hayvan ve bitki çeşitliliği dönemsel
Göbeklitepe, Karahan Tepe, Neval’a Çori gibi ilk tapınma ve sosyal odakların kurulduğu yer
Suya ulaşmak zor, dolayısıyla hareket zorunlu
Aşağı Fırat Havzası (Balık Vadisi)
Fırat’ın güneydoğudaki kıvrımlı kolu
Tatlı suya doğrudan erişim
Balık ve sazlık ekosistemi – protein kaynağı
Taş işçiliği burada daha gelişiyor
Yerleşim: Lidar Höyük, Titriş Höyük, Kurban Höyük, Samsat
İlk lider odaklı toplum belirtileri
Amik Ovası
Balık Vadisi'nin devamı, daha geniş ve düzlük alan
Tarım için uygun, mevsimsel göç burada yavaşlıyor
İlk bitki evcilleştirme ipuçları olabilir
Toprak yumuşak, taş sert: zanaatla geçim birleşiyor
Levanten Doğu Akdeniz Kıyıları
Su bol, iklim daha ılıman
Deniz ürünleriyle tanışma
Tuz, ticaret, değiş tokuş izleri
İnsan artık sadece hayatta kalmıyor, topluluk düzeni kuruyor Bereketli Hilal’in Kapanışı:
Bu yolculuk, Akdeniz doğusu ile Mezopotamya kuzeyinin birleştiği yerde bir yay çizer.
Zengin su kaynakları ve yüksek tepeler arasında ilk kalıcı topluluklar doğar.
Anlatı Örneği: Coğrafya Konuştuğunda
Urfa’da su, taşın altındadır.
İnsan sabreder ama toprak susadığında umut da kurur.
Bu yüzden ilk adımlar, taş üstüne değil, suya doğru atıldı.
Fırat kıvrıldı, insan ardından yürüdü.
Balık Vadisi umut oldu, Amik Ovası yurt…
Ve bir gün, Levanten kıyılarında sadece hayatta kalmak değil, birlikte yaşamak mümkün oldu.
Yukarıdan aşağı doğru akan zaman çizgisi gibi: Paleolitik, Neolitik ve
Çanak-Çömleksiz dönemleri simgeleyen üç
“İlkinsan Tarihi ve İnsanın Sosyalleştiği Höyükler”
“Göbeklitepe'den Karahantepe'ye, bir toplumun doğuşu”
“İlk insan Tarihi ve İnsanın Sosyalleştiği Höyükler”
Arkeoloji hakkında, kuzey Mezopotamya
Kuzey Mezopotamya, arkeoloji açısından büyüleyici bir bölge çünkü insanlık tarihinin en eski yerleşimlerinden bazılarına ev sahipliği yapıyor. Özellikle Neolitik Dönem’den itibaren bu bölgede gelişen kültürler, tarımın doğuşu yerleşik hayatta geçiş ve ilk şehirlerin oluşumu gibi insanlık tarihinin dönüm noktalarını barındırıyor. Kuzey Mezopotamya ya Ayrıca bölgede bulunan figürinler ve idoller dönemin dini inançları ve sosyal yapıları hakkında önemli ip uçları sunar.
Günümüz de kuzeyırakta yapılan kazılarda 8.000 yıllık yerleşim yerleri, tapınaklar ve sulama sistemleri gibi yapılar ortaya çıkarılıyor. Bu buluntular, Mezopotamya’nın sadece yazılı tarihle değil, çok daha öncesine dayanan zengin bir kültürel geçmişe sahip olduğunu gösteriyor.
Yaşadığım yer tarihi hakkında; hem geçmişle bağ kurmak hem de gugün daha derinlemesine anlamak için çok güçlü bulgulardan Buzulların erimesiyle birlikte başlayan Holosen dönemi, insanlık tarihinde yerleşik yaşama geçişin hızlandığı bir evreydi ve şanlıurfa bu geçişin en çarpıcı izlerini taşıyan yerlerden, Göbekli Tepe, bu dönemin en dikkat çekici arkeolojik alanlardan biri. Şanlıurfa’nın 15 km kuzeydoğusunda yer alan bu alan, günümüzden yaklaşık 12.000 yıl öncesine yine Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem’e tarihleniyor. Göbekli Tepe’deki T biçimli devasa dikilitaşlar, avcı toplayıcı toplulukların henüz tarıma geçmeden önce bile karmaşık dini yapılar inşa ettiğini gösteriyor. Bu da bize yerleşik zamanın sadece tarım değil aynı zamanda inanç ve topluluk yapısıyla da şekillendiğini düşündürüyor. Ayrıca bölgede Karahan tepe Sefer Tepe, ve Sayburç gibi diğer yerleşim alanları da keşifedildi. Bu alanlar, Göbekli tepe ile benzer mimari özellikler taşıyor ve birlikte düşündüğünde, Şanlıurfa çevresinde Neolitik dönemde bir kült merkezi olduğunu ortaya koyuyor.
Göbekli Tepe, Karahan Tepe, Sefer Tepe, Harbetsuvan, Sayburç, Çakmak tepe ve diğerleri, genellikle Taş Tepeler olarak anılan ve şanlı urfa çevresine yayılmış arkeolojik alanlardır. Bu Merkezlerin çoğu, biribirine oldukça yakın ve bir kültür havzasının parçası gibi düşünülüyor. Aşağıda bu alanlardan bazılarının genel konumlarını ve öne çıkan özelliklerini kısa kısa özetlemek gerekir.
Göbekli Tepe: Şanlıurfa Merkeze yaklaşık 15 km. En bilinen ve anıtsal olanıdır. T biçimli dikili taşlar ve karmaşık kabartmalar barındırır.
Karahan Tepe: Tek Tek Dağları’ında yer alır. Göbekli tepe ye göre daha doğuda ve henüz kazıların erken aşamasında.
Harbetsuvan: Yine T Biçimli sütünlara sahip, yine küçük ama benzer ritüel mimari izler taşır.
Sefer Tepe: Dikilitaş dizileri ve taş halkalarla dikkat çeker.
Sayburç: Yeni kazılarla gündeme gelmiştir. Dikkat çekici rölyefleriyle Göbekli Tepe’ye benzer sahneler içerir. Bunlar bir araya, Neolitik dönemde bu bölgenin sadece bir yerleşim değil, ritüel ve inanç sistemlerinin kalbi olduğunu düşündürüyor. Tüm bu yapılan yüksek tepelere kurulmuş olması belki de onları çevredeki halkalara görünür kılmak gibi sembolik bir amaç taşıyordu. basit bir harita tasviri ya da bu merkezlerideki kabartma ve figürlerin anlamları üzerine Ya da taşlardaki hayvan sembollerin yorumları
Taş aletler: Neolitik; sadece Araç değil kimlik Neolitik dönemde insanlar, çakmaktaşı obsidiyen ve bazalt gibi taşları kullanarak kazıyıcılar, delici uçlar, oraklar ve baltalar ürettiler.
Bu Aletler:
Tarım için toprağı işlemek ve hasat yapmakta
Avcılık için ok ve mızrak uçlarında,
Ahşap işçiliği ve yapı inasında kullanıldı.
Amma işin ilginç yanı şu: bu aletler sadece işlevsel değildi üzerlerinde yapılan rituşlar, cilalama teknikleri ve bazen sembolik şekiller onların aynı zamanda statü göstergesi ya da ritüel nesnesi olabileceğini düşündürüyor.
Ritüeller ve inançlar:
Taşın dili Göbekli tepe ve çevresindeki taş tepeler de bulunan T biçimli sütunlar üzerindeki hayvan kabartmaları ve soyut sembollerle adeta birer taş ansiklopedi gibi.
Bu yapılar:
Topluluk Ritüelleri için toplanma alanlarıydı.
Hayvan figürleri( yılan, akbaba,aslan) muhtemelen totemik ya da koruyucu anlamlar taşıyordu.
bazı taş aletler, özellikle törensel alanlarda bulunmuş ve sıradan kullanımdan farklı olarak yerleştirilmiş- bu daonların kutsal bir işlevi olabileceğini gösteriyor.
İnsan ve taş arasındaki bağ bu dönem insanı için taş, sadece doğadan alınan bir malzeme değil aynı zamanda hafıza , inanç ve topluluk kimliği taşıyan bir varlıktı. Örneğin bazı yerleşmelerde ortak kullanım alanlarında bulunan taş aletler, kolektif mülkiyet ve ritüel paylaşım gibi sosyal yapıları da yansıtıyor.
Özellikle karahan ve çevresindeki taş tepelerde insan sadece hayatta kalmaya değil anlam aramaya aradığı döneme de ışık tutuyor. Bu dönemde kullanılan taş aletler – örnek çakmaktaşlarından yapılmış yongalar ve kazıyıcılar yanlızca teknik araçlar değil, aynı zamanda insanın zihinsel örgütlenmesini ve planlama yetisini yansıtan kültürel veriler. Aletlerin biçimi ve kullanım şekil, o toplumun çevreyi nasıl algıladığını ve organize olduğunu da gösterir. Sosyolojik açıdan baktığımızda bu araçlar etrafında toplanan insanlar arasında ilk iş bölümü ve simbiyotik ilişkiler baş göstermiş olabilir. Belki de birileri avlanıyor, başkaları ateşi koruyor. Bazıları ise alet yapımında ustalaşıyordu. Bu tarz rollerin oluşması, ilk “yönetim” kavramlarının ve toplumsal yapının habercisi olabilir. Ruh halleri konusuna gelince..Ağaç kabuguna çizilen figürler, mağara duvarlarına işaretler, hatta bazı T sütunlardaki hayvan kabartmaları bu insanların doğaya karşı sadece korku değil, hayranlık ve ritüel temmeli bir bağ kurduğunu düşündürüyor. Bu da inanç olgusunun ve simgesel düşüncenin filizlendiği bir dönem başlangıcı olabilir.
aletlerin tipolojisi ve sosyal karşılıkları
Tabiatla kurulan ilişkide ritüel ve sembolizmin rolü.
paleolitik insanın pisikolojik evrimi üzerine varsayımlar.
Tabiatla kurulan ilişkide ritüel ve sembolizmin rolü?
Bu soru Paleolitik insanın iç dünyasında açılan bir kapı gibi, Erken dönem insanı için doğa sadece bir yaşam alanı değil, aynı zamanda bir bilinmezleikler bütünüydü. Güneşin doğuşu, hayvanların davranışları fırtınalar, hepisi hem hayranlık uyandırıcı hem de korkutucu olabilirlerdi. İşte bu karmaşık duyguların ifadesi olarak ritüeller ve semboller, insanın doğayla ilişkisini düzenleyen zihinsel araçlar haline gelmiş olabilir.
Ritülellerin rolü:
Ritüel, insanın hem kendisyle kurduğu bir düzen biçimdir. Karahan Tepe gibi biçimdir. Karahan Tepe gibi alanlarda görülen simetrik yerleşim düzeni ve taşlara işlenmiş hayvan figürleri yanlızca estetik değil aynı zamanda törensel anlamlar taşıyor olabilir. Bu yapılar, avın başarlı geçmesi ya da doğaya “saygı sunmak” için kullanılan alanlardı belkide.
Bazı araştırmacılar, bu tür ritüel alanların kolektif hafızayı besleyen ve sosyal bütünlüğü olduğunu düşünüyor. Kutsal görünen hayvan figürleri yada göğe bakan dikili taşlar, sembolik anlamda evrenle bir bağ kurma çabasıydı belki
Sembolizmin Doğuşu
Sembol, bir düşüncenin ya da duygunun dışavurumudur. Örneğin ellerin mağara duvarlarına basılması. Yanlızca bir iz brakmak değil “ben burdayım” bu doğada bir yerim var. Demenin en yalın biçmi olabilir. Bu da insanın soyut düşünce kapasitesinin ve ruhsal ihtiyaçlarının evrimini gösterir. Ayrıca bazı dikili taşların üstünde çoklu hayvan figürlerin veya soyut desenler, doğanın düzenini temsil eden erken motiflerin habercisi olabilir. Bu imgeler, doğaya yön vermeye çalışan ilk” anlatılar” olara.
Sembolizmin dilin öncesindeki rolü
Ritüelin topluluk içindeki hiyeraşiyi nasıl şekillendirdiği Benlik bilincinin ritüel yoluyla ortaya çıkışı.
Lider seçimi:
Arkeolojik ve antropolojik verilerden çıkarımlar yapabiliyoruz. Sayğı ya da toplumsal değer yükleme konusunda bazı ip uçları bize o dönemde neyin “ kıymetli”ya da merkezi olduğunu anlatır.
1.Yaş
Yaşlı bireylerin, topluluğun belleği ve deneyim kaynağı olmaları sebebiyle özel bir konuma sahip oldukları düşünülüyor. Özellikle avlanma teknikleri, doğadaki işaretleri okuma ya da alet yapımı gibi becerilier, deneyimle geliştirildiğinden yaşlılar doğal bilgi taşıyıcılarıydı. Bu da onları danışılan dinlenen, bazen de törensel liderlik üstlenen figürler olarak bir saygı alanı açmış olabilir.
2.Cinsiyet
Bu konularda tartışma var. Geleneksel yorumlarda erkeklerin avcı, kadınların toplayıcı rolünde olduğu kabul edilirdi. Ancak güncel analizler, kadınların da avcılğa aktif olarak katıldığını ve alet kullandığını gösteriyor. Bazı gömülerde kadın bireylerin değerli eşyalarla birlikte defnedilmesi, onların toplum içinde güçlü veya kutsal rolleri olduğunu düşünebilir. Dolayısıyle cinsiyet temelli hiyeraşiden ziyade, katkıya dayalı bir saygınlık anlayışı söz konusu olabilir.
İlk İmar:
Bir zamanlar göçebe yaşayan insanlar, ilk kez el ele vererek taş temelli, samanlı çamur ve diken karışımıyla örtülü, küçük bir “tolus” ev yaptılar. Ocağı yanan bu yuvarlak ev, onlara yalnızca barınak değil, yeni bir yaşam biçimi de sundu.
Fırat’ın kıyısında, tarlaların hemen gerisinde, yan yana sıralanmış bu evlerde artık avcılıktan çok tarım ve hayvancılık vardı. Her gün yeni bir beceri öğreniyor, köylerini birlikte büyütüyorlardı.
Artık göçebe bir hayatları yoktur. Bir evleri ve evin içinde tüten ocakları vardır. Bundan sonra Avcılıktan vaz geçip evcileştirecekleri hayvanların etinden derisinden sütünden yününden her şeyinden faydalanarak yaşamlarını idame ettirecekler her gün yeni bir yenilik hayatlarına katacaklardır. Zamanla sosyalleşen insanlar köyler oluşturup beraberce gelişmeler göstereceklerdir. Sol tarafta fırat Nehri, hemen arkada sürülü tarlaları ve biri birine bitişik hücre düzenli ev yapıları görülmektedir.
Neolitik Dönem, insanın yalnızca avcı-toplayıcı olmaktan çıktığı; tarım, hayvancılık, sanatkârlık gibi alanlarda uzmanlaştığı yeni bir yaşam biçimini temsil eder. Yerleşik düzen, üretime dayalı hayat anlayışı ve sembollerin diliyle şekillenen bu dönem, insanlık tarihinin en köklü dönüşümlerinden biridir.
İşte bu kitabımda yer verdiğim objeler, yalnızca maddi varlıklar değil, bu tarihsel dönüşümün sessiz tanıklarıdır. Her biri, ait olduğu dönemin düşünce biçimini, inancını, yaşam tarzını yansıtır. Onları anlamaya çalışırken, “Ne zaman, nerede, ne amaçla ve nasıl kullanıldılar?” sorularını kendime sordum. Bu objeler aracılığıyla zamanın içinden geçerek insanlık tarihinin izini sürmeye çalıştım.
Taşlara Ruh Verenler: Paleolitik’ten Neolitik’e Geçişin Sessiz Tanıkları
İnsanlık tarihinin en köklü ve derin kırılma noktalarından biri, Paleolitik çağın sonlarında başlar. Binlerce yıl boyunca avcı-toplayıcı olarak doğanın peşinde iz süren insan, yavaş yavaş yerleşik yaşama doğru yönelir. Bu dönüşüm birden olmaz; doğayla kurulan ilişkinin, taşla şekillenen bilginin, sezgiyle gelişen inancın ve nesilden nesile aktarılan tecrübenin bir sonucudur.
Yörede bolca bulunan bazalt ve obsidiyen gibi sert taşlar, başlangıçta yalnızca hayatta kalmanın aracıydı: kesmek, ezmek, delmek… Ancak zamanla bu taşlar, sadece işlevsel değil, aynı zamanda anlam yüklü varlıklara dönüştü. İnsanlar onları yonttukça, hem kendilerini hem de içinde yaşadıkları dünyayı şekillendirdiler. Bu taşlardan yapılan aletler, sadece bir el emeği değil, aynı zamanda bir düşünce biçiminin, bir yaşam tarzının ve bir inanç sisteminin yansıması hâline geldi.
İlk başta küçük topluluklar hâlinde yaşam süren insanlar, doğanın ritmini daha iyi kavradıkça tarımı ve hayvancılığı keşfettiler. Bu değişim, yalnızca yiyecek üretim biçimini değil, tüm sosyal yapıyı dönüştürdü. Barınaklar kalıcı hâle geldi. Ocaklar etrafında bir araya gelindi. Doğayla bütünleşik bir yaşamdan, doğayı dönüştürerek yaşayan bir topluma geçildi.
Bu geçişin en çarpıcı izlerini ise inanç sistemlerinde görürüz. Göbeklitepe gibi merkezlerde yükselen T biçimli sütunlar, artık sadece hayatta kalmaya değil, anlamaya ve inanmanın derinliğine de yönelen insanın sembolleridir. Bu sütunlar, insanların ruhani dünyalarını taşlara nasıl aktardıklarını; taşlara nasıl “ruh verdiklerini” gösterir.
Ölü gömme adetleri de bu dönüşümün göstergesidir. Fakir ya da zengin ayrımı gözetmeksizin, her birey için bir “ahiret hazırlığı” yapılırdı. Kimi zaman evin içine, intramural mezarlar kazılır; kimi zaman yeraltı sularına ulaşmak, verimi artırmak için kurbanlar sunulurdu. Bu gelenekler, geçmişten gelen itikatların, zamanla nasıl katman katman zenginleştiğini bize anlatır.
Bu kitapta yer alan objeler, işte bu büyük dönüşümün sessiz tanıklarıdır. Paleolitik’in avcı-toplayıcı insanı ile Neolitik’in üretici insanı arasındaki geçişin izlerini, bu nesnelerde görmek mümkündür. Hangi döneme ait olduklarını, nerede bulunduklarını, ne işe yaradıklarını anlamaya çalışırken; aslında insanın doğayla, toplumla ve kendisiyle olan ilişkisini anlamaya çalışıyorum.
Çünkü bu objeler, sadece geçmişin izleri değil; zamanın ruhuyla yoğrulmuş, bize ait bir insanlık hafızasıdır.
düşünce dünyasını da şekillendirmiştir. Taştan yaptığı aletlerle toprağı işlemiş, evini kurmuş, ateşini yakmış, ritüellerini yerine getirmiştir. Taş artık yalnızca bir nesne değil, ruhun, inancın ve kültürün sembolüdür.
İşte bu dönüşümün en canlı tanıkları da, elime geçen ve bu kitapta yer alan objelerdir. Her biri, kendi döneminin ruhunu taşır. Kimi zaman bir ritüelin parçasıdır, kimi zaman gündelik yaşamın vazgeçilmez bir aracıdır. Ama hepsi, insanın doğayla kurduğu ilişkinin, inançla biçimlenen iç dünyasının ve toplumsal hafızasının izlerini taşır.
Bu objeleri tek tek anlatmadan önce, onların taşıdığı anlamın ve ait oldukları çağın atmosferinin okurda hissedilmesini istedim. Çünkü bu nesneler, yalnızca ne işe yarar sorusunun değil, aynı zamanda insan neydi, neye inanırdı, nasıl yaşardı sorularının da cevabını içinde barındırır.
Artık Paleolitik Dönem’in avcı-toplayıcı insanından, Neolitik’in yerleşik üretici insanına geçiyoruz. Doğa artık sadece bir av sahası değil, aynı zamanda ekilen, biçilen, kutsanan bir varlığa dönüşmüştür. İnsan, sadece tüketen değil, üreten, biriktiren, semboller yaratan bir canlıya evrilmiştir.
İşte şimdi, bu büyük dönüşümün içinde yer alan objelere birlikte yakından bakalım. Her biri bir dönemin dili, bir inancın sesi, bir toplumun izi.
Bu geçiş bölümüyle:
- Toluslu yapıdan objelere mantıklı ve duygusal bir geçiş sağlanır.
- Okur, “neden şimdi objeler anlatılıyor?” diye düşünmeden, anlatının doğal akışı içinde ilerler.
- Objelere bilimsel açıklama yapılmadan önce anlam çerçevesi çizilmiş olur.
Gerçekten de Neolitik insan, sadece bir yere yerleşip orada “oturan” değil; yerleştiği yeri dönüştüren, üretimi şekillendiren ve sosyal yaşamı inşa eden bir varlıktır. “İmar etmek” burada hem mimari hem toplumsal hem de kültürel boyutlar içeriyor.