Roma Helenistik
Temmuz 22, 2019M.Ö. 5800-3200 Kalkolitik dönem
Ağustos 19, 2024Geçmiş anlatılırken insanoğlunun geldiği yerlerin neresi olduğunu hep merak etmişimdir. Ancak bu hayal etmenin ötesine geçmemişti. Ne zaman, sahip olduğum Kuzey Mezopotamya orijinli objeleri incelemeye ve arkeolojik kazılar sonucu bölge hakkında yayımlanan analiz metinleri hakkında araştırmalara başladım, bu beni insanlığın başlangıcına götürdü. Her ne kadar tam olarak belirlenmese de, bu bölgenin doğduğum topraklar olduğunun farkına vardım. Evet, burası Bereketli Hilal’in olduğu bölgeydi.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden Şanlıurfa ili Bozova ilçesi, Gaziantep, Kilis, Hatay’ı içine alan, Amik Ovası’nın tümünü kapsayan, Adana, Tarsus’tan bir teğet çizerek Doğu Akdeniz ve oradan da Filistin, İsrail topraklarına kadar olan bölgenin adıdır Bereketli Hilal. Irak’ın kuzeyinden Anadolu topraklarına, Zağros Dağlarının bitiminden Doğu Akdeniz’e doğru bir yay çizerek uzayan geniş bir alanı içine alır.
Bereketli Hilal, Şanlıurfa ili Bozova ilçesinin merkezinde bulunan höyüklerin en eskilerini bağrında barındırmaya devam etmektedir. Bu höyükler geçmişin nelere tanıklık ettiğinin somut birer kanıtıdır. Gittikçe zorlaşan hayat şartları, ilk insana su olan yerlerin keşfini başlatmıştır. Bu durum, hem yeni bir oluşumu başlatmış hem de yeni bir medeniyetin kapılarını aralamıştır.
Nihayetinde zorlaşan hayat şartları, insanı araştırmaya zorlamıştır. Bu zorluklar neticesinde de, avcı toplayıcı olan insan, bir sonraki dönem olan Neolitik düzene geçmiştir. Neolitik düzene dikkat edildiğinde, yaşamın devamı için çok önemli olan su kaynaklarına yakın yerlerin seçildiği görülür. Nehir ve tatlısu kenarlarında yerleşik düzene geçilmiştir. Bunun da, Fırat ve Dicle kıyılarında gerçekleştiği görülmektedir.
İlk Neolitik düzene geçilen yer, M.Ö. 8600- 8100 Nevali Çori’dir. Bu höyüğün yanı sıra, Halen Çemi Höyük, Diyarbakır’da
Çayönü Höyük, Birecik Akarçay Höyük, Bozova, Biris Mezarlığı, Söğüt Tarlası; M.Ö. 10.000-8000 Surtepe Birecik, Harran’da bulunan Sefer Tepe, Hamzan Tepe, Karahan Tepe ve Samsat Höyüğü’nün hemen batısında yer alan Gri Virika’da çok sayıda çakmak taşına rastlanması buraların Paleolitik Yerleşkeler olduğunu göstermektedir. Bu höyüklerin birbirlerinden çok uzak olmadıklarını söylememiz mümkündür. Göbeklitepe Tapınağı’nın hemen sonrasında kurulmuşlardır ve tümü Fırat kıyısında yer alır. Yine aynı tarihlerde M.Ö. 10.000- 8000’li yıllarda, Dicle kıyısında gelişen yerleşim olarak da Çayönü gösterilebilir. Aynı zamanda Hasan keyf GöbeklitepeHöyüğü’nden M.Ö. 9600’den başlayarak Fırat’ın kıyısına doğru indiğimizde sırasıyla:
Neolitik Dönem,
Çanak Çömleksiz Dönem, Çanak Çömlekli Dönem, Kalkolitik Dönem.
Bakır Dönemi, Tunç Dönemi, Demir Çağı,
Helen, Roma, Bizans dönemleri, İslami Dönem,
Selçuklu Dönemi,
Osmanlı Dönemi’nin izlerine rastlarız.
Paleolitik dönemdeki Atalarımımız; Saptadığımız en önemli unsurlardan biri bu insanların etobur olduklarıdır. Sadece etle beslendikleri bilinmektedir. Bunun yanı sıra, yine sıra dışı olan bir gerçek daha vardır ki, bu insanlar kendi kültürlerini oluşturmuşlardır.
Henüz Pişmiş Topraktan porselen yapamadıkları bu dönem Sadece kazına bilinecek amma Silinmeyecek iz brakmaları için Kireç taşlarını kullanmışlardır. Bu taşlar üzerine düşüncelerini Yazı olmak sızın yansıtmışlardır. kazılan zoomorfik motifler konuşma diline sahip olmamalarına rağmen, ortaklaşa olarak kazımış oldukları hayvan ve insan figürlerinin bir şeyler anlattıkları muhakkaktır. Şekillerden anlaşıldığı üzere, ölen bir insanın ruhu, daha çok uçan ve sürünen hayvan tasvirleriyle çizilmeye çalışılmıştır. Bu durum inandıkları ortaklaşa bir metin sonucuna vardıkları görülmektedir. Bu da bu insanların ölünce varacaklarını düşündükleri yerin kendilerini iyi hissedecekleri bir yer olduğu fkrini ortaya koymaktadır.
Bu insanlara göre Tanrı’nın yeri bilinmektedir. Ölen insanoğlu, bir akbaba olarak kanatlanıp uçarak veya sürünen bir hayvan betimlemesi olarak, T sütunları üzerine kazınmıştır. İtikat ve inanç, bir kireç taşı üzerine tasvir edilen hayvanlar gibi şekillendirilmiştir. Bu hayvan yaratıkların insanoğlunun ruhunun bilinmeyen yolculuğunu üstlendiklerinden, olağanüstü güçlere sahip olduklarını simgelemeye çalışmışlardır. Varılması gereken yere ancak onlar gidebilecektir. Bu tür hayvanların görevlendirilmiş olduklarına inanmaktadırlar. Bu yüzden de idol olarak mezarlarına onlarla birlikte gömülmüşlerdir.
Bu kültür, insanoğlunun ilk sosyalleşme izlerini barındırır. Kireçli taşlar birer abide şeklinde üzerindeki şekilleriyle geleceğe ve o topluma verilen bir teskin edici bildirgedir. Aynı kireç taşları, değişerek, farklı şekiller alarak bu bölgede yapılan kazılarda da karşımıza çıkmaktadır. İnsanoğlu, Paleolitik Dönem avcı-toplayıcıların en maharetli oldukları ve teknik olarak da kendilerini geliştirdikleri taş aletleriyle taşlara çok güzel şekiller vererek bu taşlardan sürekli yeni aletler geliştirerek kendisini yenilemiştir. Bunlara örnek olarak yongalar, çift vurmalılar, kazıcılar, deliciler, bayblos tek vurmalılar gibi aletleri gösterebiliriz. Böylece günlük hayatta sürekli kullandıkları ve faydalandıkları araç gereçleri kendilerinin yaptığını söyleyebiliriz. Hem bu aletlerin hem de konaklamak için yaptıkları yerlerin yapımında çakmak taşları olarak
bildiğimiz taşlardan yararlanmışlardır. Ve sürekli Teknik olarak gelişmeler göstermişlerdir.
İLK İNSANLARIN YÖREDEKİ AYAK İZLERİ
Bölgede bulunan değerli bulgular, bilim insanlarının geçmiş tarihe ışık tutabilmeleri ve ilk insanın sosyalleşmesi hakkında fikir vermeleri açısından son derece önemlidir. Yaşadığım bölgede ilk insanın izlerini sürme merakım çocukluğumda başladı. 1977 yılında Almanya’da yaşamaya başladıktan sonra bu merak zaman içinde bir tutkuya dönüştü ve bu tutku beni bir koleksiyoner haline getirdi. Kişisel koleksiyonumda bu bölgeyi ve ilk insanın yaşam biçimini ortaya koyacak parçalara sahip olmanın mutluluğunun yanı sıra sorumluluğunu da birarada yaşıyorum.
Koleksiyonumda yer alan bu bulgular, bana buradaki yaşanmışlığın araştırılmasının bir görev olduğunu ancak bunu yerine getirdiğimde, rahat edebileceğimi gösterdi. Ben de bu manevi yükün bilinciyle yaklaşık 30 yıldır, yöredeki yaşanmışlığın izlerini çözebilmek için gece gündüz demeden çalışıyorum. Amacım, yapmaya çalıştığım araştırmaların sonuçlarını bu kitapla sizlerle paylaşmak. Böylece bilgiyi evrenselleştirebilmek.
YONTMA TAŞ DEVRİ (PALEOLİTİK DÖNEM)
En eski ve uzun dönemdir. Buradaki toplulukların yerleştiği yerlere göre değişir. Öncelikle ilk insan Santral Afrika’dan yola çıkan Homo Sapiens’tir. Bu insan türünün ortaya çıkışı, M.Ö.
120.000 yıl öncesine kadar gider.
Bu insanlar, avlanmak için mızrak ile taştan ve kemikten aletler kullanmışlardır. Göçebe şeklinde avların peşinden giderken avlarını
tüketmek için buldukları uygun yerlerde konaklarlar. Bir mağara veya kaya altı gibi korunaklı alanlar tercih edilir. Büyük olan mağaralar tercihleri arasında görülmektedir. Bu dönemlerde genelde kaldıkları mağaralarda arkalarında bıraktıkları izlerden anlaşılmaktadır. Mağara duvarlarına yaptıkları hayvan resimlerini tabii boyalarla veya kömür karalarıyla yaptıkları bilinmektedir.
Bu dönemde nüfus artışı az olduğundan yaşayan da azdır. Bunun nedeni hayat şartlarının zorluğudur. Ancak bu ırk (Homo Sapiens), tüm zorluklara rağmen M.Ö. 10.000’li yıllarda yaşama tutunarak ve sosyalleşmeyi sürdürmüşlerdir. İnsanoğlu avcı toplayıcı olarak ilk bu yöredeki mağaralarda avlarının peşinden giderek yaşamış hayatını idame ettirmiştir. Bu insanlar, kemiği kırıp içindeki iliğe ulaşmış, sert kabuklu çekirdekleri kırıp yemeye başlamış; daha sonra da balta, kesici aletler edinerek Cilalı Taş Devri’nin başlamasına sebep olmuştur.
Avların peşinden giderek mağara ve kaya diplerinde yaşayan bu insanların izlerine Şanlıurfa’da birçok mağarada rastlamak mümkündür. Hayat buralarda, bu coğrafyada şekillenmeye başlamıştır.
Ön Asya’da Paleolitik (Levant- Bereketli Hilal)
Paleolitik Dönem, insanoğulunun henüz yerleşik düzene geçmeden önceki zamandır. Ancak insanlık tarihine bakıldığında “avcı ve toplayıcılık” kavramının ne anlama geldiğini soranlara, insanların avları peşinden gittikleri, avlanarak mağara ve kaya diplerinde henüz konut olmaksızın yaşadıkları dönem olarak açıklanabilir.
Bu avcı toplayıcı insanların Şanlıurfa’da büyük mağaralarda avlandıktan sonra geçici olarak yine mağaralarda kaldıkları bilinmektedir. Benim yetiştiğim yerin mahalle olarak ismi yerliler tarafından Kırkmağara Mahallesi olarak geçer. Her ne kadar
görünürde mağara olmasa da, oturduğumuz evlerin hemen hemen herbirinde bir mağara mevcuttur. İlk okulumuzun odunluğu Kocaman bir mağaraydı. Bu durum bana hep ilk insanların orada neler yaptıklarını hayal ettirirdi. Duvarlarında kömür karasıyla yapılmış hayvan resimleri olan ve içinde yanık kokusu hissedilen kocaman bir mağara. Üstelik bütün mağaralar birbiriyle bağlantılıydı.
Bu bölgede, Unesco tarafından arkolojik yerleşim alanı olarak kabul edilen ve ilk insanın avcı ve toplayıcı dönemde ilk tapınaklarından biri olduğu tespit edilen Göbeklitepe son derece önemlidir. Bu durum bize ilk insanın bu höyükte tapındığını söylemektedir. Aynı zamanda yapılan tespitlere göre bölgede 250’ye yakın höyük vardır. Bunlardan
50 tanesinde kazı çalışması yapılmıştır. Gerideki Höyükler zaman içinde açıldıkça da; gelişmelere hep beraber şahit olacağız.
İlk insanların tabiatta var olan mağaralarda yemek yedikleri ve kısa süreli konakladıkları biliniyor. Ancak her geçen gün biraz daha yeniliklere doğru yol aldıkları gözlenmektedir.
Yöreyi göz önüne getirdiğimizde, buzullar yeni çözülmeye başlamıştır ve ormanlarda avlanabilecekleri çeşitli hayvanlar mevcuttur. Bu insanlar et yiyerek beslenmektedirler. Henüz tahıl hayatlarına girmemiştir. Deprem, gök gürlemesi, şimşek çakması gibi birçok doğa olayından da etkilenmemeleri mümkün değildir. Bu yüzdendir ki o devrin insanları arkalarında pek fazla iz bırakamamışlardır. Ancak mağaralara yakılan ateşin bıraktıgı kömür karalarından duvarlara bazı hayvan şekilleri çizdikleri bilinmektedir. Ayrıca çakmak taşından bıçak balta gibi kesici aletler yaptıklarını, ellerine geçen kocaman hayvan kemiklerinden de yararlandıklarını biliyoruz.
Yukarıdaki fotoğraflar, Şanlıurfa Balıklıgöl civarındaki dağların etekleridir. Bu bölge, çok sayıda mağaranın olduğu yerlerdir. İlk insanlar sürekli avları peşinde olduğundan ve onları avladıktan sonra bir kaya parçası veya mağara bulup oracıkta var olan bir su kaynağıyla yaşamını idame ettirmeye çalıştığı için bilim adamları tarafından avcı-toplayıcı olarak adlandırılmışlardır. Genelde avlarını takip edip rastgele yerlerde konaklamışlardır. Ancak sürekli konaklayacak yaşam mekânlarının olmaması ve zor doğa koşulları nedeniyle ilk insanlar yaşamlarını büyük zorluklar içinde geçirmek zorunda kalmıştır. Bu dönemde ortalama insan ömrünün 29-32 yaş aralığında olması da bu zor koşulların bir kanıtıdır. Bu durumda insanın sosyalleşmesi için bir eş bulması da oldukça zordur. Göbeklitepe’de ilk insanlar T sütunları üzerine yapmış oldukları hayvan şekilleri ile isteklerini düşüncelerini yaşam ve ölümü simgeleyen sembollerle anlatmaya çalışmışlardır. Ne istediklerini bilen bu insanlar aynı zamanda neye ihtiyaçları olduğunu da resimlemiştir. Böylece kireç taşı üzerine kazıdıkları şekillerle yazı öncesi bir kültür oluşturmuşlardır.
Göbeklitepe
İlk insanlar önce bir tapınak kurmayı ihtiyaç olarak gördüler. Kendileri için önem arz eden tanrının azabından veya tanrıların azabından korunmak için hayvanlarıyla veya avlarıyla birlikte oluşturdukları bu tapınağın etrafında ikamet ettiler. Bu tapınağı oluşturan 500 insan bir adım daha ileri gitmiş ve kendilerini sosyalleşmeye biraz daha yaklaştırmıştır. Tapınağın imece usulüyle yapılışı aşağıdaki resimde görülmektedir.
Göbekli Tepe:
O günün şartlarında ortaya çıkan bu tapınak, o dönem insanlarının ihtiyaç duyduğu, kendisinde eksik hissettiklerini aradığı, hastalıklara ve belki de ölüme çare olarak ibadetlerini gerçekleştirmek için oluşturdukları son derece önemli bir alandır. Göbeklitepe’den hemen sonra, Hilvan Kantara Deresi yakınında Fırat’ın kıyısında ortaya çıkan Nevali Çori Höyüğü de Göbeklitepe’nin bölgedeki tamamlayıcısı ve devamı niteliğindedir.
Kuzey Mezopotamya’da, Neolitik yerleşik düzene geçiş buradan devam etmiştir. Buradan sonra da, Söğüt Tarlası, Biris Mezarlığı, Akarçay Höyük, Gri Virika, Hasek Höyük, Çay Önü, Kurban Höyük, Hasankeyf, Aslan Tepe Höyük, Titriş Höyük, Lidar Höyük, Anadolu coğrafyasında bulunan diğer bilinen höyüklerdir. Bu höyüklerin de aynı tarihlerde kuruldukları bilinmektedir ve her birinin, ilk insanın sosyalleşmesinde önemi büyüktür.
Akarçay Tepe
Şanlıurfa ili Birecik ilçesinin Akarçay köyünün Fırat Nehri Höyüklerinden olan Akarçay Tepe, Neolitik Dönem bulgularını barındıran höyüklerden biridir. Bozova ve Lidar höyüklerine yakınlığıyla konumuzu ilgilendiren yöresel höyüklerin başında gelmektedir. Çanak çömleksiz Halaf öncesine kadar kesintisiz olarak gelmiş bir höyüktür. Suriye tarafındaki Neolitik Dönem’e tarihlendirilen Bouqras, Abu Hureya, Mureybit, Şeyh Hassan, Tel Halluba, Jerf el-Ahmar ve Dja yerleşkeleri de Neolitik Dönem höyüklerinin bulgularına sahiptir.
Akarçay Halaf Dönemi’ne kadar kesintisiz yerleşim olduğu bu bulgulardan anlaşılmaktadır. Bu höyük mimarisinde göze çarpan bulgulardan tek odalı ve çok odalı hücre planlı mekânlara rastlanılmıştır. Ayrıca bu yerleşkede çakmak taşı işçiliklerinde iki vurmalı düzlemeler azalmış tek vurmalı düzlemlere geçilmiştir. M.Ö. 8000’li yıllarda dilgiden çok yongaları gözlemlemek mümkündür. Ayrıca Ugarit uçlarına da rastlanmıştır.
Bu höyükteki yerleşim çanak çömleksiz dönemden M.Ö. 7970 çanak çömlek yapımına kadar kesintisiz devam etmiştir. Taş temelli yapılar, kireç taşı döşemeli çukur ve direk delikleri yapısal kalıntılarına rastlanmıştır. Bu dönemde bulunan çanak çömlekler açkılıdır. Hatta içi dişi parlaktır. Genelde ağzı içe dönüktür. Taş temelli kerpiç yapılı duvarlar mevcuttur.
Bu bölgede, boyasız kaplar, büyük boy çömlekler, kireç taşından insan heykelcikleri, bilezik halka parçaları, kireç taşından kaplar, çizi kazı bezekli kireç taşları, kilden yapılmış hayvan heykelcikleri ve yassı baltalar bulunmuştur.